Diyarbakır’dan ayrılırken hüzün, acı ve öfke vardı. “Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun” dediğinden barbarca katledilen değerli bir barış elçisinin çağrısı vardı.
“Tahir Elçi’yi vurdular” haberini aldığımda, bunun kötü bir aldatmaca olmasını çok istedim. “Bu kadarını da yapamazlar” dedim. Hayatını barış ve insan haklarına adamış bir aydını ortadan kaldırmayı göze alamazlar, dedim. Diyarbakır’da tanıdığım ve Tahir Elçi’nin de yakın dostları olan kişileri aradım. Duyduklarım bildiklerimden farklı değildi. Bir olay olmuş ancak Tahir Elçi’nin bu olayda hayatını kaybettiğine dair bir bilgiye henüz ulaşamadıklarını söylüyorlardı.
Ardından, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Fırat Anlı’nın “Tahir Elçi öldürüldü” mesajı paylaşılmaya başlandı. Sanki, yüreğime kara saplı bir bıçak saplanıyordu.
Diyarbakır’da gözaltına alındığında sarf ettiği o sözler yankılandı zihnimde: “Sizden korkmuyorum!”
Vedat Aydın, Musa Anter ve Hrant Dink gibi artık Tahir Elçi’yi de vurmuşlardı.
Cinayetin gerçekleştiği ana ait görüntüler televizyon ekranlarında akmaya başladı. Ellerinde tabancalarıyla ateş eden sivil polislerin görüntüleriydi bunlar. Elçi, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde bulunan Dört Ayaklı Minare’nin altında, “Biz Diyarbakırlılar olarak tarihi değer ve eserlerimize insanlığın bin yıllık emeğine birikimine bu kadim şehre sahip çıkalım. Biz buradan çağrı yapmak istiyoruz. Biz bu tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz” dedikten sonra vurulmuştu.
İnsanları tarihe, barışa ve adalete sahip çıkmaya çağırırken; insanlık düşmanı katillerin silahından çıkan tek kurşunla yere serilmişti. Hrant Dink’i alçak vurdukları gibi Tahir de ensesinden vurulmuştu. Ancak bu kez işi, “çocuktan olma bir katil”e yaptırmak yerine kendileri üstlenmişlerdi. Zaten bir çatışma ortamı da olduğuna göre -ki çatışma ortamını yaratan da kendileri- işi kılıfına uydurmanın kolay olacağını düşünmüşlerdi. “Çatışma ortamında kalan Tahir Elçi hayatını kaybetti” diyeceklerdi ve güya hepimiz de bu yalana inanacaktık!
Anneler katili tanıyorlardı
Bu yalana inanmayanlar kendilerini sokakta buldu. Tahir Elçi’nin katledildiği haberi ilk önce Galatasaray Lisesi önünde kayıplarını arayan Cumartesi Annelerine ulaştı. Katili en iyi tanıyan anneler de, “Katil devlet” sloganlarıyla karşılık oluyordu. Kaybolan evlatlarının hesabını vermeyen devlet, bu kez avukatlarını da almıştı onlardan. “Faili meçhul” cinayetlerin aydınlatılmasında güvendikleri o kişi, Diyarbakır’ın orta yerinde, cansız bedeniyle uzanmış yatıyordu.
“Babam benim”
Ertesi gün Diyarbakır’a vardığımızda alışılmışın aksine bir ölüm sessizliği karşıladı bizi. Tahir Elçi ile birlikte Diyarbakır vurulmuştu sanki. Kepenkler kapalı ve Diyarbakır sokaklarında derin bir sessizlik hakimdi. Koşu Yolu Parkı’na vardığımızda insan hakları anıtının önünde Tahir Elçi’nin eşi, kızı ve oğlu ile birlikte binlerce insan onu uğurlamak için bekliyordu. Eşine ve kızına yönelerek “Başınız sağ olsun” demek o kadar zordu ki…
Canından söküp aldıkları kişi hayatının en kıymetli varlığıydı. Onu basın açıklamasının yapıldığı yere kendisi bırakmış. Ardından gelen bir telefonla kendisini morga çağırmışlardı. Çocuklarının yanında ayakta güçlü durmaya çalışıyordu Türkan Elçi. Bir eş olduğu kadar bir yoldaş olarak son görevini yaparken, metanetli ve güçlü olmalıydı. Annesinin yanında duran kızı kendinde değildi. Biricik babasını koparıp almışlardı ondan da. Babasız geçireceği günlerini hatırladıkça çığlık çığlığa oluyordu. “Baba, babam benim, babam benim” diyerek gözyaşları sel olup akıyordu.
Adli tıptan cenazesini alınarak insan hakları anıtının bulunduğu Koşu Yolu Parkı’na ulaştığında alan, “Katil devlet” sloganlarıyla inliyordu. Tabutu anıtın önündeki masanın üzerine konulduğunda kızının çığlığına yürekler dayanmaz olmuştu. Ağabeyinin sesi yankılandı ilk önce. “Kardeşim barışın şehididir” diyordu, Kürtçe olarak. “Kardeşim bu ülkede tüm halkların Ermenilerin, sosyalistlerin, Süryanilerin dostu, yoldaşıydı” diyordu.
Ardından hayat arkadaşı Türkan Elçi konuştu. “Bugün yurt dışına çıkış yasağı kalktı; Tahir artık özgür. Onu orada binlerce faili meçhul karşılayacak” derken yer gök inliyordu sloganlarla. “Bütün faili meçhuller onu bağırlarına basacak, minnetle ağırlayacak. ‘Dört Ayaklı Minare’nin en tepesine konacağım, tarih anlayacak beni. Kirli medya, beni tehdit eden televizyonlar, beni hedef gösteren gazeteler hoşça kalın. Beni anlamayanlar, beni anlamak istemeyenler dudak bükenler hoşça kalın, Geçtiğim işkence tezgahları hoşça kalın. Sahillere vurulmuş bebekler hoşça kalın. Faili meçhullerin yetimleri hoşça kalın. Beni sevenler, destekleyenler hoşça kalın. Çocuklarım, eşim hoşça kalın diyecek’.” Feryat figan eden kızı Nazenin’i teselli etmek artık imkansızdı.
Nazenin’in feryatları arasında bu kez kürsüde Tahir Elçi’nin dostu, meslektaşı Selahattin Demirtaş vardı: “Yatağında ölmeyeceğini biliyordu. Her birimiz böyle çıkmadık mı yola… Binlerce, on binlerce faili belli karşılayacak Tahir Başkanımızı. Tahir Elçi’yi öldüren devlet değil, devletsizliktir. Tahir Başkan’ın emanetinin yükü ağırdır ama halkımız bu sorumluluğu unutmayacaktır. Böyle olmamalıydı. Tabutun önünde konuşmamalıydık. Ama bu günler de geçecek Tahir Başkan. Gözün arkada kalmasın, mücadelen sürecek.”
Devlet bedel ödetmek istedi
Diyarbakır halkı bu törenin ardından değerli bir evladını, cesur bir aydınını toprağa verdi. Hayatını insan hakları ve barışa adamış bir hukuk insanının bu şekilde alçakça katledilmesi, kuşkusuz yeni değil ve son da olmayacak gibi görünüyor. Erdoğan’ın tek adam olma sevdası, Tahir Elçi’yi ölümle buluşturan nedenlerin başında geliyor. Tahir Elçi, ülkeyi ve özelikle de Kürt coğrafyasını ateş çemberine dönüştüren bu sürecin yarattığı tahribata kayıtsız kalmamış, çıktığı bir televizyon programında “PKK terör örgütü değil” diyerek hükümeti ve devleti akla ve adalete davet etmişti. Devlet her zaman yaptığını yapmış ve Tahir Elçi’ye bedel ödettirmek için düğmeye basmıştı. Diyarbakır’da hukuksuz bir şekilde gözaltına alındıktan sonra İstanbul’da hakim karşısına çıkartılmasının tek nedeni, hakikatleri korkmadan, eğilip bükülmeden dile getirmiş olmasıydı.
Tahir Elçi arkadaşımız sinsice planlanmış bir suikastın kurbanı olarak artık yaşamıyor. Basın açıklamasının yapıldığı o alanda polisin hedef gözeterek tek kurşunla katlettiği Tahir Elçi, Kürt halkının vicdanıydı. Bu kurşun barışa, adalete; hepimize sıkıldı.
Aslında, “Bu kadarını da yapmazlar” diye düşünmem uzun sürmemişti. Mezarlıkları bombalayan, henüz doğmuş bebekleri katleden bir zihniyetten her şeyi beklemeliydik.
Kürt coğrafyası, ağır bir devlet tahribatıyla karşı karşıyadır bugün. Kürt halkının iradesi, mevcut iktidarın baskıcı ve kahreden saldırı ve suikastlarıyla kırılmak isteniyor. Sıradan bir başçavuş bile halkın iradesini temsil eden milletvekillerinin seçim bölgesine girmesini engelliyor ve saldırma cüretinde bulunabiliyor.
Silopi, Cizre, Nusaybin, Lice ve daha birçok kent ve ilçelerde günlerce süren sokağa çıkma yasaklarıyla hayat bir cehenneme dönüştürülmüş. Her gün vurularak öldürülen kadın ve çocukların ölüm haberleriyle sarsıldığımız bir süreci hep birlikte yaşıyoruz. Kürt halkı bu akıl almaz saldırılar karşısında hayatta kalmak için direniyor ve yaşam alanlarını korumaya çalışıyor. Devletin gerçekleştirdiği bu kanlı operasyon ve katliamlar karşısında ne yazık ki Türkiye’nin batısı buna seyirci kalıyor. Kürt halkı, gün geçtikçe devlete ve kardeş bildiği Türk halkına olan güvenini yitirme noktasına getirildi. Tahir Elçi’nin alçakça katledilmesi, bu duygu kopuşunun son halkası oldu.
Bu kirli politika ve uygulamaların karşısında sağduyu ve sabırdan artık söz edilemeyeceği bir gerçek. Halklarımızın ortak gelecek düşüne vurulan en büyük darbe devletin bizzat kendisinden gelmekte. Devlet, bölgede açık bir terör estirerek yüz yılın sorunu olan Kürtlerin özgürlük talebini yok sayıyor. ’90’lı yıllarda gizli yöntemlerle işlediği cinayetlerini bugün açık bir şekilde gerçekleştiriyor. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a yönelik suikast girişiminin hemen ardından, Kürtlerin “avukatımız” dedikleri değerli bir aydınını güpegündüz sokak ortasında ensesinden vurarak katlediyor. Bu kurşun aslında, Kürt halkının her şeye rağmen korumaya çalıştığı sağduyusuna ve sabrına sıkılmış bir kuşundur; bu böyle biline.
Elçi’nin çağrısını yerine getirelim
Diyarbakır’dan ayrılırken hüzün, acı ve öfke vardı. Babasının ardından feryadı figan eden bir kız çocuğunun yüreklerimizi dağlayan sesi vardı. “Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun” dediğinden barbarca katledilen değerli bir barış elçisinin çağrısı vardı. O çağrı, Türkiye halklarının vicdanlarına yapılmış bir çağrıdır. Gelin ezilen, hor görülen, yok sayılan Türkiye halkları olarak geç olmadan bu çağrının gereğini yapalım. (FT/NV)